İran’ın haritalardan silinmiş lanetli köyü Menfam’ın karanlık hikâyesini keşfedin. Kaybolan çocuklar, cinlerle yapıldığı söylenen anlaşma ve fotoğraflarda ortaya çıkan korkunç gerçek… İran’ın en ürkütücü efsanesini derinlemesine anlatan sürükleyici bir blog yazısı.

Bazı köyler vardır…
Güneş batınca sınırlarını unutur, sessizliğin içinden başka bir dünya sızar.
Ben bugün size işte böyle bir yerden bahsedeceğim.
Adı fısıltıyla söylenen, haritalarda görünmeyen, gidenin geri dönmediği bir köyden.
Menfam.
Kuhbenanen dağlarının ardında, İran’ın kavrulmuş kumlarının içinde saklanan bu köy, sadece geceleri değil, insanın aklını da karartan karanlık bir sır taşıyor.
Geçmişte yaşanan öyle bir olay var ki, üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen hâlâ kimse açıklayamıyor.
Bu hikâyeyi anlatmak, belki de Menfam’ın hâlâ bir yerlerde pusuda bekleyen gölgesini uyandırmak demek ama yine de yazıyorum.
Çünkü bazı sessizlikler, anlatılmadıkça daha çok büyüyor.
Kayıp Çocukların Gecesi
1970’lerin başında, birbirine yakın sekiz köyde aynı gece bir şey oldu.
Sanki görünmeyen bir el, aynı anda sekiz kapıyı açmış gibi…
Toplam 18 çocuk ortadan kayboldu.
Sabah olunca annelerin çığlıkları, erkeklerin bağırışları, köy meydanındaki koşuşturma…
Herkes aynı sorunun cevabını arıyordu:
“Çocuklar nereye gitti?”
Aramalar gün boyu sürdü.
Ve sonunda, ormanın içindeki çarpık dallı bir ağacın tepesinde iki çocuk bulundu.
Yezdan (14) ve İbr (9).
Korkudan donmuşlardı.
Aç, üşümüş…
Ve konuşamıyorlardı.
Yezdan o günden sonra bir daha hiç konuşmadı.
İbr ise ancak zamanla, parçalar hâlinde, fısıltıyla anlatmaya başladı.
Onun anlattıkları ise… Bir çocuğun kuramayacağı kadar karanlıktı.

Gece Odaya Giren Ateş Gözlü Varlık
İbr, o gece derin bir uykudayken kolunda yanma hissiyle uyandığını söylüyor.
Gözlerini açınca, yatağının başında kırmızı yüzlü, ateş gibi gözleri parlayan, insanı olmayan bir varlık görüyor.
Bir elini koluna geçirmiş haldeydi; dokunduğu yer ateş gibi yakıyordu.
Kaçmaya çalıştığında, varlık daha sıkı kavrıyor.
Odanın içinde bir tane daha vardı. Aynı çirkin yüz, aynı kızıl gözler…
İkinci varlık elini İbr’in yüzüne uzatıp parmaklarını çocuğun ağzının içine sokuyor.
Boğazına kadar inen o soğuk, uzun parmaklar…
İbr o anda sesini kaybettiğini söylüyor.
Sonra kollarından ve bacaklarından tutulup sürüklenerek evden çıkarılıyor.
Aynı anda köydeki başka evlere girip çıkan başka karaltıları da görüyor.
Ve ardından…
Hiç bilmediği bir köyün içine götürülüyor.
Cinlerin Köyünde Kurulan Ateş
Ortasında büyük bir ateşin yandığı o köyde, etrafında onlarca tuhaf yaratık dans ediyordu.
Ateşin çevresinde:
-
elleri bağlı kızlar,
-
karanlıkta kıvranan gölgeler,
-
insanı andıran ama insan olmayan yüzler vardı.
İbr’in yanında kuzeni Yezdan da getirilmişti.
Dans eden yaratıklardan biri yavaşça İbr’e doğru yürüdü.
Yürürken şekli değişmeye başladı.
Ve nihayetinde, esmer, genç, yakışıklı bir adama benzeyen bir yüz oluştu.
Ama ayakları yoktu…
Ayaklarının olması gereken yerde sadece karanlık bir duman yükseliyordu.
Adam İbr’in boğazına dokundu:
“Artık konuşabilirsin.”
Ama İbr korkudan konuşamadı.
Sadece kuzeninin elini tutabildi.
Varlık onları ormanın içine kadar götürdü ve:
“Kaçın. Bu gece bir ağacın tepesine çıkın. Ses çıkarmayın.”
dedi.
Yezdan’a dokunmadığı için çocuk hâlâ konuşamıyordu.
Sabah bulunduklarında, diğer 16 çocuktan ise hiçbir iz yoktu.

Yapılan Karanlık Anlaşma
Resmi kayıtlar olayı:
“Yüksek ateş, halüsinasyon, uyurgezerlik.”
diye geçiştirdi.
Ama köylüler bunun saçmalık olduğunu biliyordu.
Çocuklar hiç gitmedikleri bir köyü tarif etmişti.
Bu yüzden sekiz köyün ileri gelenleri bir araya geldi.
Ve suçlu olarak tek bir yeri işaret ettiler:
Menfam.
Menfam zaten yıllardır kimsenin gitmediği lanetli bir köydü.
Dört yaşlı bilge seçildi.
Cinlerle konuşacaklardı.
Yolda karşılarına ayaksız, insan görünümlü varlıklar çıktı.
Onları bir mağaraya yönlendirdiler.
Mağarada başlayan pazarlık, insanın içini buz kesen bir anlaşmayla bitti:
“16 çocuğu geri vermeyeceğiz.
Ama her dolunayda
1 büyükbaş
ve
14 küçükbaş hayvan
bırakırsanız,
sizden başka çocuk almayacağız.”
Köylüler kabul etmek zorunda kaldı.
Farşit’in Lanetli Fotoğrafları
İki yıl sonra, hem terzilik yapan hem fotoğrafçılıkla uğraşan Farşit Şadi Dodan, köy köy dolaşırken herkes ondan Menfam’dan uzak durmasını istedi.
Ama Farşit merakına yenildi.
Menfam’a gitti.
Orada insanlarla konuştu, fotoğraflar çekti, pozlar verildi.
Şiraz’daki evine döndüğünde, fotoğrafları karanlık odasında tab etmeye başladı.
O an gördüğü şey hayatını paramparça etti:
-
Güzel evler yıkık viraneye dönüşmüştü.
-
Poz veren insanlar çarpık yüzlü, yaralı, hastalıklı görünüyordu.
-
Kendinin göründüğü kareler yanmıştı.
-
Bazı kareler tamamen boş çıkıyordu.
Negatiflerde her şey normaldi.
Ama tab edilen fotoğraflar, Menfam’ın gerçek yüzünü gösteriyordu.
Farşit bu gizemi çözmek için köylere geri dönmeye karar verdi.
Ama o sırada İbr’in köyünde çığlıklar yükseliyordu…

Dürre’nin Kayboluşu
İbr’in kız kardeşi Dürre, gündüz vakti aniden kaybolmuştu.
Tam o sırada İbr, yıllar sonra tekrar konuştu:
Gökyüzünden sisler inmiş, hava aniden kararmıştı.
Dürre sabit bir noktaya bakıyordu.
İbr arkasına döndüğünde, onu iki yıl önce kurtaran genci—yani o cinin insan kılığını—gördü.
Geldi, Dürre’nin elini tuttu ve:
“Korkma. Kız kardeşin benimle gelecek. Çok yakında sen de geleceksin.”
dedi.
İbr’in anlattıklarını, köyün yaşlılarından biri de gördüğünü söyleyince ortalık karıştı.
Köylüler, Dürre’yi kurtarmak için Menfam’a gitmek üzere toplandı.
Tam o anda Farşit köy meydanına girdi.
Elinde fotoğraflarla…
Ama kimse onu dinlemedi.
Askerler bile bu kaosa dahil oldu.
Menfam’ın Silinmiş Köyü
Herkes Menfam’a doğru yola çıktı.
Gittikçe hava kararıyor, sis koyulaşıyordu.
Ve sonunda…
Menfam yoktu.
Evlerin yerinde kum tepeleri vardı.
Ne bir insan sesi ne bir hayvan izi…
Sadece yer yer yanmış ateş izleri, karanlık lekeler…
Farşit dizlerinin üstüne çöktü.
“Ben daha yeni buradaydım… Bu köy nereye gitti?”
Elindeki fotoğrafları karakola teslim etti.
Sonra inzivaya çekildi.
Yıllar sonra defterine şu satırı yazdı:
“Boşalmış her köyün ardında bir sır vardır.
Menfam’ın ardında ise çocuklar gizli.”
Ve o günden sonra kimse Menfam’a gitmedi.
Ama şu söylenti hep kaldı:
“Bir çocuk birden susarsa…
Boğazına cin dokunmuştur.”