1960 Milli Birlik Komitesi Nedir? Kuruluşu, Üyeleri ve Tarihsel Rolü Hakkında Detaylı Bilgi

0

27 Mayıs 1960 darbesi sonrası Türkiye’de yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi hakkında detaylı bilgi. Komitenin kuruluş süreci, üyeleri, anayasal etkileri ve Türk siyasi hayatındaki yeri bu kapsamlı içerikte açıklanıyor.

1950’li yıllar Türkiye için hem demokrasi denemelerinin hem de siyasi kutuplaşmaların yoğunlaştığı bir dönemdi. Demokrat Parti (DP), 1950 seçimlerini kazanarak iktidara gelmiş ve tek parti döneminin ardından Türkiye’de çok partili hayatın kapılarını aralamıştı. Ancak iktidarını sürdüren Demokrat Parti, özellikle ikinci döneminden sonra, muhalefeti baskı altına alma, basın özgürlüğünü kısıtlama ve yargıyı siyasallaştırma eğilimleri göstermeye başlamıştı. Bu durum, hem siyasal muhalefetin hem de üniversiteler, öğrenci hareketleri ve ordu gibi devlet kurumlarının rahatsızlık duymasına yol açtı.

Toplumsal ve siyasal gerginliklerin zirveye ulaştığı bu ortamda, 27 Mayıs 1960 sabahı Türkiye tarihinde ilk kez ordu, doğrudan yönetime el koydu. Bu müdahalenin sorumluluğunu ise Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu 38 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi (MBK) üstlendi. Bu komite, sadece bir askeri darbenin idari organı değil, aynı zamanda Türkiye’nin siyasal tarihini ve anayasal düzenini kökten değiştiren bir aktör haline geldi.

1960 Milli Birlik Komitesi

Milli Birlik Komitesi’nin Kuruluşu

Milli Birlik Komitesi, 27 Mayıs 1960 günü sabah saatlerinde yönetime el koyan askeri kadro tarafından kuruldu. Bu komite, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yer alan kara, deniz ve hava kuvvetlerinden çeşitli rütbelerdeki 38 subaydan oluşmaktaydı. Komitenin başına Orgeneral Cemal Gürsel getirildi. Gürsel, sadece askeri bir figür değil, aynı zamanda darbenin meşruiyetini temin eden ve yeni rejimi yönetmeye çalışan bir lider konumundaydı.

Komitenin üyeleri, büyük ölçüde genç subaylardan oluşuyordu. Bu durum, hareketin tabandan gelen bir subay isyanı olduğunu gösteriyordu. Hiyerarşik olmayan bir darbe karakteri taşıyan bu oluşum, geleneksel komuta kademesinden bağımsız olarak şekillenmişti. Bu nedenle, komite içinde zamanla farklı hizipler, fikir ayrılıkları ve liderlik çatışmaları da ortaya çıktı.

Komitenin İlk Yapısı ve Değişimleri

Kuruluşunda 38 kişiden oluşan ilk Milli Birlik Komitesi, ülkenin yönetimini geçici olarak üstlenmişti. Ancak daha ilk aylarında önemli bir kayıp yaşandı. Komite üyelerinden biri olan Ankara Askerî Valisi İrfan Baştuğ, 11-12 Eylül 1960 gecesi geçirdiği trafik kazası sonucunda hayatını kaybetti. Bu olay, hem kamuoyunda hem de komite içinde büyük bir etki yaratmış ve komite üye sayısını 37’ye düşürmüştür.

Komite, ilk etapta askeri bir geçiş hükümeti olarak düşünülse de, siyasi ve anayasal düzenlemelere el atmasıyla, geçici değil kalıcı etkilere sahip bir kurum haline gelmiştir. Ancak komitenin kendi içindeki görüş ayrılıkları zamanla derinleşmiş, özellikle ilerici reformlar isteyen grup ile daha muhafazakâr çizgideki subaylar arasında ciddi çekişmeler yaşanmıştır. Bu iç gerilimlerin sonucunda, Kasım 1960’ta önemli bir değişikliğe gidilmiş ve ilk Milli Birlik Komitesi feshedilmiştir.

İkinci Milli Birlik Komitesi ve “14’ler Olayı”

Kasım 1960’ta ilk komitenin feshedilmesinin ardından, yeni bir Milli Birlik Komitesi oluşturulmuştur. Bu yeni yapı, 23 subaydan oluşmakta ve darbenin ardından oluşan iktidar boşluğunu daha homojen bir şekilde yönetmeyi hedeflemekteydi. Komitenin içinden 14 subay çıkarılarak görevden alınmıştır. Bu tasfiyeye uğrayan subaylar, sadece görevden alınmakla kalmamış, aynı zamanda emekliye sevk edilmiş ve fiilen etkisiz hâle getirilmişlerdir.

Bu olay kamuoyunda “14’ler Olayı” olarak anılmıştır. Bu 14 subay, darbenin daha radikal bir değişimle devam etmesini savunan ve sivil yönetime geçişin yavaşlatılmasını isteyen gruptandır. Onların görevden alınması, darbe sonrası siyasal istikrarı sağlamaya çalışan, daha ılımlı subayların kontrolü ele almasıyla sonuçlanmıştır. Bu 14 subayın çoğu, yurt dışında diplomatik veya askerî görevlere atanarak sürgün edilmiştir. Bu görevler çoğunlukla NATO görevleri, ataşelikler ya da dış temsilciliklerde yapılan görevlerdi. Bu uygulama, onların iç politikaya müdahale etme olanaklarını ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.

Cemal Gürsel ve Geçici Devlet Başkanlığı

Komitenin başkanlığını yürüten Orgeneral Cemal Gürsel, darbe sonrası dönemde hem Başbakanlık hem de Cumhurbaşkanlığı görevini aynı anda üstlenmiştir. Bu durum, olağanüstü yönetim koşullarının bir yansımasıdır. Gürsel, hem askerler hem de toplum nezdinde güvenilir bir isim olarak görülmekteydi. Daha sonra yürütülen halk oylaması ve anayasa referandumlarıyla, 1961 Anayasası’nın kabulüyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin 4. Cumhurbaşkanı olarak göreve devam etmiştir.

Cemal Gürsel, yumuşak geçiş ve anayasal düzene dönüş politikasını savunmuş, askeri müdahalenin süreklilik değil geçicilik ilkesine dayanması gerektiğini ifade etmiştir. Bu yönüyle, Türkiye’de askerin siyasete doğrudan müdahale etmesi konusunda farklı görüşlerin şekillenmesine de zemin hazırlamıştır.

1961 Anayasası ve Hukuki Statünün Kurumsallaşması

27 Mayıs 1960 müdahalesi sonrası, Milli Birlik Komitesi, sadece siyasi değil, anayasal bir reform süreci de başlatmıştır. Bu süreçte, sivil anayasa hazırlık komisyonları kurulmuş, üniversitelerden ve hukukçulardan destek alınmıştır. Bu çalışmalar sonucunda hazırlanan yeni anayasa, 9 Temmuz 1961 tarihinde halkoyuna sunulmuş ve kabul edilmiştir.

Yeni anayasa ile birlikte, Milli Birlik Komitesi üyelerinin gelecekteki statüleri de anayasal güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 70. maddesi, 13 Aralık 1960 tarihli ve 157 sayılı kanun ile belirlenen Milli Birlik Komitesi üyelerinin, herhangi bir yaş şartı aranmaksızın doğal senatör olmalarını hükme bağlamıştır. Bu durum, komite üyelerinin yeni siyasal sistem içinde de yer almalarını sağlamış ve onların karar alma süreçlerine katılmalarını mümkün kılmıştır.

Ayrıca, Anayasa’nın geçici 4. maddesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeni seçimler sonucunda toplanmasının ardından, Milli Birlik Komitesi’nin hukuki varlığının sona ereceğini düzenlemiştir. Böylece bu komitenin olağanüstü şartlarda kurulmuş geçici bir kurum olduğu, anayasal teminat altına alınmıştır.

Milli Birlik Komitesi’nin Türkiye Siyasetine Etkileri

Milli Birlik Komitesi, Türk siyasal hayatında çok önemli kırılmalara ve dönüşümlere neden olmuştur. Öncelikle, ilk defa ordu, doğrudan hükümeti görevden alarak yönetime el koymuş, bu da askerin siyasal alandaki rolünü tartışmalı bir noktaya taşımıştır. Daha sonra 1971 muhtırası, 1980 darbesi ve 1997 post-modern darbesi gibi müdahalelerde, 1960 darbesi ve Milli Birlik Komitesi örnek gösterilmiştir.

Komite, aynı zamanda demokratik süreçlerin askıya alındığı, ancak yeni anayasal ve kurumsal düzenlemelerin de inşa edildiği bir yönetim modeli geliştirmiştir. Özellikle 1961 Anayasası ile getirilen anayasal hak ve özgürlükler, parlamenter sistemin güçlendirilmesi ve yargı bağımsızlığı gibi unsurlar, Türkiye’de hukuk devleti anlayışının yeniden inşasına katkı sağlamıştır.

Ancak, tüm bu olumlu yönlerin yanı sıra, siyasi partilerin kapatılması, dönemin siyasetçilerinin yargılanması ve idam cezaları, komitenin tarihsel mirasını tartışmalı hâle getirmiştir. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamları, kamu vicdanında büyük izler bırakmış ve bu dönemin en çok tartışılan konularından biri olmuştur.

Sonuç: Askerî Müdahale ile Demokrasi Arasında Sıkışan Bir Geçiş Dönemi

1960 Milli Birlik Komitesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik dönemlerinden birinde kurulan, hem askerî hem siyasal hem de anayasal boyutları olan çok katmanlı bir yapıdır. Bu komite, 27 Mayıs Darbesi’nin doğrudan ürünü olarak ortaya çıkmış, ancak görev süresi boyunca sadece yönetime el koymakla kalmamış, Türkiye’nin anayasal ve siyasal çehresini de derinden etkilemiştir.

Orgeneral Cemal Gürsel’in liderliğinde şekillenen bu yapının, zaman içinde iç bölünmelere uğraması, yeniden yapılandırılması ve anayasal güvence altına alınması, hem askerin siyasetle olan ilişkisine dair önemli ipuçları sunmuş hem de hukuk devletinin sınırları ve demokratik meşruiyetin nasıl tesis edileceği konularında uzun süreli tartışmalara yol açmıştır.

Her ne kadar 1960 darbesi, toplumun belirli kesimlerinde “kurtarıcı” bir müdahale olarak algılansa da, sonrasında yaşanan siyasi tasfiyeler, idamlar ve baskılar, bu dönemin tarihsel mirasını iki yönlü bir algıya dönüştürmüştür: bir yandan özgürlükçü anayasal reformların önünü açan bir girişim, öte yandan demokrasinin askıya alındığı bir askeri müdahale.


Leave A Reply